ANASAYFA | MİTOLOJİ | GEZİ | ÖNERİNİZ | ÜYE OL | MAİL OKU | HABERLER | TOPLİST |
ATLANTİS
Platon’un Timaeusve
Critias adlı dialogları Atlantis’in mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilen
tek yazılı kayıtlardır. Dialoglar Sokrates, Hermo Crates, Timaeus ve Critias
arasında geçen konuşmalar şeklindedir. Timaeus ve Critias, Sokrates’in
ideal toplumlar hakkında yapmış olduğu bir konuşmaya “hayal ürünü
olmayan gerçek bir hikaye” ile katılmaya karar verirler.
Hikaye Platon’un 9000 yıl öncesinde
antik Atina ve Atlantis arasındaki savaş hakkındadır. Uzak geçmişe ait
bilgiler Platon’un Atina’da yaşadığı zamana kadar unutulmuş,
Atlantiss’in hikayesi Solon’a Mısır’lı rahipler tarafından aktarılmıştır.
Solon hikayeyi Dropes!e yani Ciritias’ın büyük büyük babasına aktarmıştır.
Critias hikayeyi kendisiyle aynı ismi taşıyan büyük babasından öğrenmiştir.
Aşağıda yazılı olan dialoglar Platon tarafından aşağı yukarı M.Ö. 360
yılında yazılmış ve ingilizceye tercüme edilmiştir
NOT: Dialogların sayfaları ve paragrafları arasındaki kurgu tarafından yaratılmıştır.
Bunlar kasten uzun geçmişe bağlı kısaltmalar yapılması ve bilgisayar
ekranında okunmasını kolaylaştırmak amacı ile gerçekleştirilmiştir.
TİMAEUS
Timaeus, Atlantis’e ait hikayeyi özetleyerek
bir ön giriş yapmak görevini üstlenir. Yazının büyük bir kısmı, oluşum
evresinin tarif edilmesi ve doğal fenomenin izah edilmesi hakkındadır. 2 nci
sayfa Timaeus’un Atlantis’ten söz ettiği ve onu tanımladığı tek bölümdür.
CRİTİAS
Critias, kayıp adanın detaylı olarak
tanımlanmasını sağlamış ve bu adanın hakkı hakkında en az antik Atina
kadar bilgi vermiştir. Bu hikayede adı geçen veya yer alan bütün
kahramanların (Timaeus dışında) antik Yunan' da gerçekten var oldukları
bilinmektedir. Onların hayatları ve ölümleri hakkındaki diğer kayıtlar,
başka bir zaman periyodu içinde kaydedilecektir.
NOT: Hikayede adı geçen iki Critias
adlı kişi bir karmaşaya neden olabilir. Birinci Critias dialoglarda yer alan
gerçek kişidir. Atlantis’in hikayesini Sokrates’e anlatan odur. İkinci
Critias yani birinci Critias’ın büyük babasıda dialoglarda geçer. Bu büyük
Critias Atlantis hakkında hikayeyi torununa anlatmış, torunuda bunu
dialoglarda görüleceği gibi Sokrates’e taşımıştı.
DİALOGLARDA AKTİF OLARAK YER ALAN KİŞİLER
ŞUNLARDIR.
TİMAEUS: Hakkında tarihsel bir kanıt
yoktur.
CRİTİAS : Platon’un büyük büyük
babasıdır.
SOKRATES : Platon’un akıl hocası ve
öğretmeni. Atina’nın otoriteleri tarafından, Atina’nın gençliğinin
ahlak yapısını zedelediği için idama mahküm edilmiştir. M.Ö. 466-399 yılları
arasında yaşamıştırr.
HERMOCRATES : Devlet adamı
Syracuse’un askeri
DİALOGLARDA BAHSİ GEÇENLER
SOLON ; Atina’lı gezgin, şair ve yaşamacı,
aşağı yukarı M.Ö. 638-559 yılları arasında yaşamıştır. Plato’ya göre
Mısır’lı rahiplerden, Atlantis’in hikayesini ilk öğrenen odur.
DROPİDES :Critias’ın büyük büyük babası. Hikaye ona uzaktan akrabası
ve yakın arkadaşı olan Solon tarafından anlatılmıştır.
CRİTİAS :Dropides’in oğlu ve dialoglarda yer alan Critias’ın büyük
babası. Hikayeyi Critias’a aktaran odur.
--------------------------------------------------------------------------------
Timaeus: Ne kadar minnettarım ,
Sokrates, sonunda gelebildim, uzun bir seyahatten dönen yorgun bir gezgin gibi.
Artık dinlenebilirim. Varlığıma dua edebilirim. O hep yaşlı oldu ve beni
ifşa etti, bağışladı, sözlerime katlandı ki onlar doğru ve kabul
edilebilir bir şekilde ona söylemişti. Ancak kasıtlı olarak kötü bir şey
söylemedim. Beni yorması için ona dua ettim. Ödül ve ceza için ve sadece
ödül ve ceza için yanılan doğru yola getirilmeliydi. Dilerim ki gelecekte
tanrıların jenerasyonu ile alakalı doğru şeyler söylerim ve bana bütün
ilaçlardan mükemmel ve iyi olan bilgiyi vermesi için dua ederim. Benim duacıma,
bağışlaması için, bütün kanıtları Critias’a verdim. O anlaşmamıza göre
sonraki konuşmayı yapacak olandır.
Critias : Ve ben, Timaeus güvenin dışında
ve seninde başta söylediğin gibi önemli mesafeler hakkında konuşacaktım.
Dilerim ki sana biraz ve hoş görü gösterilir. Aynı sabır ve hoş görüyü
kendi söyleyeceklerim içinde istiyorum. Ve çok yi bilirim ki bu isteğim
zamansız ve nezaketsiz görünebilir. Her şeye rağmen yapmalıyım. Hangi
insanın duyguları söylediklerini yalanlamak ister. Ben yalnızca senden fazla
göz yummak için teşebbüs gösterebilirim. Çünkü benim temam çok daha
zor. Ve tartışabilirim ki tanrıların iyişiyle konuşmak insanların
iyisiyle konuşmaktan kolay görünebilir. Tecrübesiz ve söze önem vermeyen
dinleyicilerinin her hangi bir konuda konuşması, ona büyük bir yardımla eş
değerdir. Biliyoruz ki biz tanrılarla karşılaştırıldığımızda ne kadar
bilgisiz kalırız. Ancak maksadımı anlaşılabilir hale getirmeliyim, eğer
Timaeus sen beni takip edersen herhangi birimiz tarafından söylenen her şey
ancak sahte ve temsili olabilir. Ressamların vücutları tanrısal ve cennetsel
benzerlikler içinde yaptıklarını hesaba katarsak, memnunluğun değişik ölçümleri,
izleyicilerin gözlerinin nasıl algıladıklarına bağlıdır. Görürüz ki
herhangi bir devrede sahte dünyalar, ırmaklar, ağaçlar, evren ve orada
bulunanları yaratan sanatçılardan memnun oluruz. Hiç bir şey böyle bir
konuyu özetleyemez. Resmi incelemeliyiz ve analiz etmeliyiz. İstenen belli
belirsiz ve aldatıcı bir durum ve karanlığa ilerleme. Ancak ne zaman her
hangi biri insan formunu basit ve çabuk resmetmek isterse, bizde hataları
bilmek için çabuk oluruz. Ve tanıdık benliğimiz bizi sert bir yargıç
yapar, benzerliğin her noktasını kaybetmek ister gibi, aynı şeyin söylemlerimizde
de olmasına riayet ederiz. Tanrısal veya cennetsel bir resimden memnun oluruz,
onun benzerleri de bizi memnun eder. Oysa ahlaki ve insansal eleştirilerimizde
daha özetsel olur. Eğer ki konuşmalarımızda anlatmak istediklerimizi uygun
bir şekilde dile getiremiyorsam bani bağışlayınız. İnsani şeylere
benzeyenlere onay ve önem vermek, iyinin tersini yapmaktır. Size önermek
istediğim bu durum aynı zamanda yalvarmak, Sokrates artık daha az olmamalıyım,
fakat az sonra söyleyeceklerime daha müsamalı. Hangi lütuf ki istemekte haklıyım,
sende bağışlanmaya hazır olursun.
Sokrates: Tabi ki Critias senin
istediklerini karşılayacağız ve aynı şeyi Hermocrates’den de bekliyoruz.
Sen ve Timaeus kadar iyi, herhangi bir kuşkum yok ki kısa bir süre sonra onun
sırası gelince oda aynı isteklerde bulunacaktır. Senin gibi eğer kendisine
taze bir başlangıç sağlanabilirse ve defalarca aynı şeyleri söylemeye
mecbur kalmazsa, bırakalım anlasınki müsamaha uzun süredir ondan beklenen
bir şeydi. Dostum critias sana tiyatronun yargısını bildireceğim. Genel düşünce
son aktörün şaşılacak kadar başarılı olduğu, onun yerini alabilmek için
büyük bir müsamaya ihtiyaç var.
Hermacratos: Uyarı, Socrates ona öğütlediğin
şey, benimde kendim için yapmam gereken bir şey. Ancak unutma Critias bu zayıf
kalp asla zaferi yükseltmez. Bu nedenle gitmeli ve tartışmaya bir erkek gibi
katılmalısın. İlk önce Apollo ve Musa’ya yalvar ve sonra seni öven
sesleri duymamızı sağla ve herkese büyük hünerli kadim yurttaşlarını göster
Critias: Dostum Hermociritias , sen ki son mevkidesin, ve önünde başkası,
kalbini henüz kaybetmedin durumun ağırlığı seni yakında ortaya çıkaracaktır.
Bu arada senin davetine ve cesaretini kabul ediyorum. Ancak bununla beraber
bahsettiğin tanrılar ve tanrısal varlıklar arasından, ben özellikle
mnemosyne yalvarırdım. Konuşmamın bütün önemli kısmı onun lütfüna
muhtaç ve eğer benim tarafımdan söylenen ve solon vasıtasıyla buraya ulaşan
şeyleri yeteri derecede hatırlayabilir ve dile getirebilirsem, şüphem yok ki
bu tiyatronun isteklerinden memnun olacağım. Ve şimdi, daha fazla oyalanmadan
başlayacağım. İzin verin önce gözlemlerimle başlayayım. Bu geçen 9000 yıl
Heracles’in, Pillar’s dışında ve içinde ikamet edenlerin arasında olan
savaştan itibaren olan zamanın toplamını ifade eder ki bu savaşı size izah
edeceğim. Bir taraftaki savaşçılar Atina’nın liderleri olarak kaydedilmiş,
ve savaşın dışında dövüşmüşler, öteki taraftaki savaşanlar ise
Atlantis’in kralları tarafından kumanda edilmişi ki bu ada (Atlantis)
Libya’dan, Asya’ya kadar uzanıyor. Ve bir deprem sonucu batıyor. Buradan
okyanusa açılmak isteyen denizcilere geçilmez bir çamurdan engel oluşturuyor.
Tarihin gelişimi ile çeşitli
milletlerden, barbarların ve Helen uygarlıklarının başarılı bir şekilde
ortaya çıkmaları ve sahnede var olmaları sonucu ancak özellikle size o dönemde
ki Atina’yı tarif etmeliyim. Onlarla savaşan düşmanlarını ve bu iki
krallığın saygı değer ve güçlü devlet adamlarını Atina’nın üstünlüğünü
teslim edelim.
Eski tanrılar zamanında tüm dünya
tanrılar arasında dağıtılarak pay edilmişti. Tartışma yoktu. Doğru
kabul etmezsek dahi, tanrılar hangi kısmı kendileri için uygun olduğunu
bilmiyorlardı. Veya bildikleri halde kavgayla kendilerine daha uygun ve ötekilere
ait bazı bölümleri almak isterlerdi. Onlar yalnızca pay ederek istedikleri
yerleri almak isterlerdi. Kendi yolunda ilerleyenler ise ki onlar bize bakan
insanlardı. Onların bakıcılığı ve bonkörlüğü aynen bir çobanın bir
sürüye bakması gibiydi. Yalnızca felaketleri kullanmayanlar veya vücutsal güçlerini
kullanmayanlar, ani çobanların yaptığı gibi ancak bizi kayığın arka
tarafını idare eden pilotlar gibi yönetirlerdi. Bu hayvanları yönetmek için
kolay bir yoldur. Ruhumuzu kendi zevklerine göre inanç dümeninden tutarak, tüm
ölümlü yaratıklara rehberlik ettiler. Simdi değişik tanrılar değişik
yerlerde sıralanmış, kendi paylarına sahipler. Hephaestus ve athena ki onlar
erkek ve kız kardeştiler. Aynı babadan tohum almışlardı. Ortak doğalara
sahip filozofi ve sanat sevgisi ile birleştirilmiş. Bu toprağın ortak parçasını
elde etmiş. İsimleri korunmuş ancak eylemleri gelenekleri ve hatalarını
kabul edenleri yakılarak yok etmişlerdi.
Ne zamanki kurtulanlar olmuş ki zaten
bunu söyledim. Onlar dağlarda oturan insanlardı. Yazı sanatına önem
vermezler. Yalnızca toprak hışırtılarını tanrılar ancak bu hırsızların
neler yaptıklarını bilmezlerdi. Çocuklarına vermek istedikleri isimler
yeterli olacak isimlerdi. Ancak hünerlilerin ve sedeflerinin bıraktıkları
yalnızca karanlık gelenekleri kabul eden kuramlardır. Bunlar kendilerini ve
çocuklarını hayatın bir çok gereksiniminden yoksun bırakırdı. Bütün
dikkatleride isteklerinin sağlanmasına yönelttiler. Konuşmaları uzun süredir
ihmal edilmeleriydi. Mitoloji ve eski araştırma şehirlere boş vakitlerin
ortaya çıkmasıyla girdi. Bununla beraber hayatlarının gereksinmelerinin karşılandığını
gördüler. Bu benim vardığım sonuç. Çünkü Solon dedi ki savaşta bahsi
geçen isimler ki onlar Theseus’da önceki zamanda kaydedilmiş Cecrops,
Erekhtheus, Ericthonus,Eryssıchton ve buna benzer kadın isimleri. Bununla
beraber kadının ve erkeğin beraber savaşla uğraştıkları zamandan
itibaren o dönemin erkekleri zamanın adetlerine göre bir figür oluşturmuşlar,
ve tanrısal varlıkları zırhlarla çevrili olarak görmüşlerdir. Kanıt
olarak beraber yaşayan hayvanlar erkek ve dişi hünerler ve onlara verilen
cinsiyet farkı kabul edilmiştir.
Şehirde oturanlar çeşitli sınıflardan oturan yurttaşlardı. Zanaatciler
vardı. Aile babaları vardı. Bir de ilahi, tanrısal insanlar tarafından oluşturulmış
savaşçı bir sınıf vardı. Sonra ikamet edenler doğa ve eğitim için
gerekli olan her şeye sahiptiler. Kendilerine ait fazla bir şeyleri olmasa
bile olanları ortak kullanmaktan memnunluk duyarlardı. Yiyecekleri dışında
diğerlerinden bir şeyler almayı talep ederlerdi. Ve dün tarif ettiğimiz bütün
uğraşları yaparlardı. Sanki bizim hayal gardiyanlarımız gibi.
Şehir hakkında Mısır’lı
rahiplerin söyledikleri yalnızca muhtemel şeyler değil kanıtlarla doğrulanmış
şeylerdir. O zaman ki sınırlar İsthmus tarafından çizilmiştir. Cithaeron
ve Panes yükseltilerine kadar kıta boyunca uzanan bir yol izliyordu. Deniz doğrultusunda
aşağıya devam ediyor. Oropus’u sağina alıyor Asopus nehri ile sol sınırını
oluşturuyordu. Toprakları dünyanın en iyi topraklarıydı. Bu sebeple geniş
bir orduyu besleye biliyordu. Bu ordu çevrede bulunan insanlardan oluşuyordu.
Atticca’nın kalıntıları ile (hala vardır.) dünyanın herhangi bir bölgesiyle
karşılaştırıldığında çeşitlilik ve mükemmellik bakımından otlaklarının
her çeşit hayvan için uygun olması bakımından gelişmiştir. Günümüzde
bile bu topraklarda bol ve bereketli üretim devam etmektedir. Bunlar ki söylediklerimin
doğru olduğunu kanıtlar.
Size nasıl anlatsam , acaba hangi parça
o toprakların artığı olarak kabul edilebilirdi? Tüm şehir kıtanın geri
kalanından itibaren deniz üzerine uzanan bir burun gibiydi. Çevreleyen sular
ise komşu bölgelere nazaran çok daha derindi. Bu geçen 9000 yıl içinde bir
çok sel meydana gelmişti. Geçen onca zamana , şu ana kadar ve onca değişime
rağmen hiç bir zaman dağlardan gelen toprak ve kirin kayda değer bir
birikmesi olmamış. Diğer yerlerdeki gibi ancak dünya bütün çevresinde alçalmış
ve görme alanından çıkmıştır. Sonuç olarak, geçmişle bugünü mukayese
edersek, yalnızca iskelet kalıntıları, küçük adacıklar, akan toprak ve
kirin zengin parçacıkları dağlarının yüksek yamacının toprakla kaplanmış
olduğu, ovalar ve düzlükler (bizim tarafımızdan yok edilmiş). Phellus’un
toprakla dolu olduğu ve dağlarında bereketli olmaları oldu görülür.
Bütün bu son izlerle beraber. Bugün
bazı ormanlardaki besinler ancak açların ihtiyacını karşılaamaya yeter.
Halen oradan kesilen kereste ile yapılan çatıları görmek mümkündü ki
bunlar en büyük kulelerin çatılarını bile kaplamaya yetecek büyüklükteydi.
Çok büyük başka ağaçlar vardı. İnsan tarafından işlenmek ve çiftlik
hayvanları beslemek için bereketli otlaklarda. Üstelik topraklar yıllık doğal
yağmurlar ile kendiliğinden biçilecek hale geliyor. Şimdiki gibi boşa akan
sularla toprak kaybetmiyordu. Ancak bereketli imkanlara bütün bölümlerinde
sahip. Bunu kendi bünyesinde sağlıyor. Ve bereketli zengin kil yataklarına
sahip, bunlar oyuk ve çöküklerin içine bırakılıyor ve yukarılarda oluşan
akıntılarla ve akarsularla besleniyordu. Halen bile eski bereketli kutsal kalıntılar
arasında bir zamanlar akan akarsu , su izlerine rastlanabilir. Bunlarda söylediklerimin
doğru olduğu bir kez daha kanıtlar. Ülkenin doğal durumu ki toprak işlenmiştir.
İnanabilir ki ülkenin iddialı, çalışkan, doğru insanlarınca yapılmıştır.
Bu kişiler onurlarına asil doğayı seven insanlardır. Buralar dünyanın en
iyi kiline ve bereketli suyuna, cennetsel denebilecek bir iklime sahiptir. Şu
anda şehir bu bilgiye göre düzenleniyor. İlk olarak akrapolis şu anda olduğu
gibi değildi. Bir akşam yağan şiddetli yağmur sonucu bütün toprak
temizlenmiş ve kaya oyularak çıplak kalmıştır. Aynı zamanda depremler ve
olağanüstü su baskınları ki bu Deocalion’un büyük yıkıma uğramasından
önce üç kez olmuştur. Ancak ilkel çağlarda Acropolis dağı Erıdanus ve
ılısus’a kadar uzanır. Pnyx’i bir taraftan içine alır ve Lbcabettus’u
Pnyx’ın ters tarafından sınır kabul ederdi.
İyi bir kitle tepeden itibaren kaplıydı
ve bir iki yer hariç yüksek zirvesi vardı. Acropolis’in dışında ve dağların
eteklerinin zanaatçılar otururlardı. Çiftçi olanlar toprağı sürer, savaşçı
sınıf ise Athene ve Hephaestus’un zirvede bulunan tapınaklarında yaşardı.
Üstelik buraları bir evin bahçesi gibi parmaklıklar ile çevirmişlerdi.
Kuzeyde insanlar beraber yaşar ve kışın yemek yemek için barınaklar
kurarlardı.
Tapınakların yanında ortak kullanım
ve ihtiyaçlar için binalar yapmışlardı. ancak bunların hiç biri altın
veya gümüş ile süslenmiş değildi. Bunları herhangi bir amaç uğruna değil
amaçsızlık ve gösteriş arasında bir yön bulmak amacıyla kullanmışlardı.
Alçak gömülü evler yapmışlar. Çocuklarına, çocukları yaşlandıkça
onları kendileri gibi olanlara bırakmışlar aynı şey olmuştur.
Ancak yazları bahçelerini yemek, barınaklarını
terk etmişler dağın güneyinde aynı amaçlı yerler yapmışlardı. Şu anda
Acropolis’in olduğu yerde bir su kaynağı vardı. Bu kaynak deprem ile yok
olmuş, geriye bir kaç ufak dere kalmış ve çevrede varlığını hala sürdürmektedir.
Ancak bu günlerde su kaynağı bereketli su vermeye devam etmiş ve kışla yaz
,için uygun sıcaklığı ayarlamıştır. Bu onların yaşayış şeklidir.
Kendi yurttaşları için koruyucu olma halleridir. Ve Helen’e liderlik eden
insanlar ve onların istekli
takipçileridir. Her zaman için aynı
sayıda kadın ve erkeğin bulunmasına dikkat etmişler her zaman hazır savaşçı
bulundurmuşlardır. Bugün ise sayıları 20 birdir. Antik Atina gibi bu tarzda
ülkelerini ve topraklarını doğru bir şekilde yönetmişler ve aynı şeyi
kalan tüm Yunan için yapmışlardır. Tüm Avrupa ve Asya’da ünlenmişler
ırklarının güzelliği ve ruhlarının hüneri ve yaşayan insanların
kabiliyetler,i onları tanıtmıştır. Eğer bana çocukken anlatılanları
unutmamış isem size onların düşmanlarının temeli ve karakteri hakkında
bilgi vereceğim. Dostlar hikayelerini kendilerine saklamamalı ve paylaşmalıdır.
Hikayenin devamına geçmeden önce sizi uyarmak isterim. Eğer hikayede adı geçen
bazı yabancıların yunan isimlerine sahip olduklarını duyarsanız, size
bunun sebebini anlatayım; Hikayeyi şiirinde kullanmak isteyen Solon
isimlerinin anlamlarını araştırır ve öğrenir ki bunu yazan eski Mısır’lılar
bunu kendi dillerine çevirmişlerdir. Solon hikayeyi dilimize çevirirken
isimlerin manalarını düzeltir. Benim büyük büyük babam Dropides’te
orjinal metin vardı. Bunlar hala bendedir ve tarafımdan dikkatlice çalışılmıştır.
Bu nedenle böyle isimler duyarsanız şaşırmayın. Hikaye şu şekilde başlıyor.
Daha önce ki konuşmamda tanrılar
paylarından bahsetmiştim. Onlar dünyayı farklı genişliklerde parçalara ayırmışlardı.
Ve kendileri için tapınaklar ve ilahi kurumlar kurmuşlar. Possesidon, kendi
payı olan Atlantis adasını aldığında, fani biz kadından çocuklar almış
ve adanın bir yerine yerleştirmiş ki az sonra anlatacağım. Burası denize
doğru bakıyormuş l , ancak adanın en orta yerindeymiş burada ovaların en güzeli
denebilecek bir ova ve bereket varmış. Ovanın yanında fazla yüksek olmayan
bir dağ bulunuyormuş. Bu dağda adanın en ilkel insanları yaşıyormuş.
Bunlardan birinin ismi Evanor imiş. Karısının ki ise Levcıppe ve Cletio adında
bir kızları varmış. Bu bakire kız evlenme yaşına geldiği sıralarda
annesi ve babası ölmüş. Possedıon bu kıza aşık olmuş. Ve onunla görüşmeye
başlamış. Toprağı yararak hem denizden hemde karadan kızın yaşadığı
dağı çevirmiş. İki karadan üç’te denizden olmak üzere nöbet bölgeleri
yapmış bunları adanın tam ortasından aynı uzaklıkta olmak üzere çıta
ile çevirmiş. Böylece insanlar bu adaya ulaşabilseler dahi, gemiler ve
gezginler ulaşamayacaklarmış.
Kendisi bir tanrı olarak adanın
merkezinde değişiklikler yapma konusunda güçlükle karşılaşmıyormuş.
Toprağın altındaki iki pınar getirmiş, biri sıcak biri soğuk akıyormuş.
Kilden bereket alan bu pınarlar toprakta her çeşit yiyeceğin yetişmesini sağlıyormuş.
5 ikiz çocuk getirip adayı 10 parçaya bölmüş. En büyük ilk ikizlere
annesinin yaşadığı yeri ve çevresini vermiş. Burası en büyük ve en güzel
yermiş. Onu diğerlerinin kralı yapmış. Diğerlerine de prenslikler,
emirlerine askerler ve geniş araziler vermiş. Hepsini isimlendirmiş. Büyük
olana yani krallık verdiğine Atlas ismini koymuş. Ondan sonra tüm ve okyanus
Atlantik adıyla anılmış. Onun kendisinden sonra doğan ikiz kardeşine
Heralles’in Pıllar’sın karşısındaki büyük payını vermiş. Burası
gades bölgesi denilen yere bakıyormuş. Yunanca Eumellus adını vermiş. Bu
kendi dillerince Gaderius demekmiş. İkinci ikizlerin birisine Ampheres diğerine
Evaemon ismini takmış. Üçüncü ikizlerin büyüğüne Mneseus küçüğüne
ise Autochthon ismini vermiş. Dördüncü ikizlerin büyüğüne Elasıppus, küçüğüne
Mestor ismini vermiş. Son olarak beşinci ikizlerin büyüğüne Azaes, küçüğüne
ise Dıaprepes ismini vermiş. Onlar ve onların torunları adada yaşayanlar ve
açık denizdeki adaları yönetenler olmuşlar. Ve belirtildiği gibi tüm ülke
üstünde Pıllars’tan Mısır’a ve Thrrhenıa’ya egemen olmuşlar.
Artık Atlas büyük ve saygı değer bir aile sahibidir. Krallık onun
elindedir. En büyük oğuldan oğula uzun süredir geçmektedir. O ana kadar hiç
bir kralın sahip olmadığı büyüklükte bir zenginliğe ve egemenliğe
sahiptir. Bunun tekrar olması olası görünmekte ve ihtiyacı olan her şeyle
donatılmış durumdadır. Hem şehir hem ülke çok zengindir. Kurdukları
imparatorluğun büyüklüğü sonucu yabancı ülkeler onlara ganimet
getirmekte ve zaten de adanın kendi kaynakları onlara ihtiyaçları olan her
şeyi sunmaktadır. İlk başta toprağı kazacak tuza benzer fusile denilen
ancak daha sonra orıchallum adını alan bir madde bulmuşlardır. Tuza
benzeyen bu madde altın hariç her şeyden daha değerli kabul edilmekteydi.
Marangozluk için bereket alanlar ve
kafi derecede evcil ve vahşi hayvan bulunuyordu. Üstelik adada çok sayıda
fil vardı. Diğer hayvanların yaşaması için yeterli koşullar bulunuyordu
bunlar göllerde, bataklıklarda, dağlarda ve ovalarda yaşayan hayvanlardı. Kısaca
tüm zamanların en geniş ve en çeşitli hayvan türleri yaşamaktaydı. Ayrıca
yeryüzünde bulunan tüm güzel kokulu şeyler, kökler, otlar, bitkiler, içecek
ve meyvelerden damıtılan esanslar bu topraklarda büyür ve yetişirlerdi.
Yine toprağın kabul ettiği her meyve işlenebilir. Tüm kuru çeşitten
yiyecekler, kabuklu meyveler, içkiyi, eti, ilacı karşılayabilecek ürünler,
eğlence ve mutluluk veren bitkiler. Yemekten sonra bizi rahatlatabilecek şeyler,
çeşit çeşit tatlılar, bu kutsal ve bereketli adaya güneş ışığı gibi
dağılmıştı. Bir sonsuzlukla , böyle büyük bir kutsallıkla toprak onları
donatmıştı. Tapınaklarını, saraylarını liman ve rıhtımlarını barınaklarını
inşa ettiler. Tüm ülkeyi aşağıda anlatılan düzenle idare ettiler.
Antik metropolis’i çevreleyen
denizin denizin üstüne köprüler inşa ettiler. Kraliyet sarayına giden bir
yol yaptılar. Tanrıları ve ataları için saraylar inşa ettiler. Başarılı
senerasyonlar yarattılar. Her gelen kral bir öncekinden daha başarılı ve üstün
oldu. Ta ki güzellikteki ve büyüklükteki ölçüyü kaçırana kadar.
Denizden başlamak üzere 300 feet genişliğinde 100 feet derinliğinde ve 50
feet uzunluğunda bir kanal kazdılar. Bu kanalı kanalın içine taşıyarak
denizle arasında bir geçiş yeri oluşturdular. Böylece bir liman oluşmuş
oldu. Böylece geniş kayıkları yanaşması mümkün oldu.
Artık denizden ayrılan bölgenin genişliği
3 feet olmuştu. Bundan sonra gelen kara parçası eşit genişlikteydi. Ancak
diğer iki bölge biri deniz biri toprak olmak üzere 2 feet’di. Ve adayı çevreleyen
ise 1 feet kalmıştı. Sarayın bulunduğu adanın çapı ise, 5 feet’di.
Bunlara ilaveten Stadıum’un 6/1’i genişlikte bir parça etrafı kaya parçaları
ile kaplanarak kalelerin ve bahçelerin olduğu ve köprüyle denizin geçildiği
yerdeydi.
Kullanılan kayalar adanın merkezinin
altında buluna taş ocağından ve toprak parçasından alınmıştı. Bunlar
beyaz, siyah ve kırmızı renkte idi. Bu çökük iki çukur oluşturuyordu. Bu
çukurların doğal kayalardan çatısı vardı. Binaların bazıları gayet
basitti. Diğerlerin ise renkleri değişikti. Böylece göze hoş görünüyor.
Doğal zevkliliği gösteriyordu. Duvarların tüm çevresi ince tabaka pirinç
alaşım ile kaplanmış daha sonraki duvar ise kalayla kaplanmıştı. Üçüncü
duvar ise Orıchallum’un kırmızı ışığı ile parlıyordu.
Sarayların yapımında kullanılan düzen şöyledir. Merkezde Cleito ve Poseıdon’a
ait kutsal tapınaklar vardır. Bunlar erişilmez tutulmaz ve altınla kaplanmıştır.
Burası 10 prens ve ailelerin ışığı ilk gördükleri noktadır. Oraya
insanlar geleneksel olarak sezonun ürünleri 10 parça halinde getirirler ve
her birine armağan ederler.
Poseıdon’un kendi tapınağı bir
stadyum büyüklüğündedir. Yarım stadyum genişliğindedir. Buna oransal yüksekliği
garip barbarsal görüntü verir. Tapınakların dışında dorukları hariç gümüş
kaplama, dorukları ise altın kaplamadır. Duvarlar sütunlar ve zemin orıchalcum
ile kaplanmıştır. Tapınaklarda altından yapılma heykeller bulunur. Tanrı
6 atın çektiği bir at arabası üzerinde neredeyse kafası çatıya değecek
yükseklikte inşa edilmiştir. Etrafında ise 100 nerein yunuslar üzerinde yer
alır ayrıca yine tapınakların içinde diğer önemli objeler bulunur.
Tapınağın çevresi ise altından
heykellerle çevrilmiştir. 10 kral torunları, eşleri, akrabaları ve diğer
önemli kişiler ile yer alır. Bir de mihrap vardır. Bu mihrap muhteşemliği
ve büyüklüğü ile genel düzene aynı ahenkle uyar ve krallığın ve tapınağın
yüceliğini, büyüklüğünü işaret eder. Diğer bir tarafta birinden sıcak
birinden soğuk su akan çeşmeler, harika bol bir akıcılık içinde harika ve
mükemmel bir uyum yaratırlar. Etrafında inşaatlar yapmışlar. Uygun ağaçlar
yetiştirmişlerdir. Ayrıca sarnıçlar inşa ederler. Bazıları gökyüzüne
doğru açık, bazıları ise çatıları kapalı hamamları vardır. Özel önemli
kişilerin hamamları vardır. Kadınlar için uzakta ve ayrılmış özel
hamamlar bulunur. Bununla bize bereket ve hasat veren atlar ve çiftlik
hayvanları için ayrı bölümler bulunur.
Suyun bir kısmı Posedion korusuna taşınmış,
burada her türlü güzellikte ve ağaçlar yetiştirilmiş toprağın mükemmelliği
sonucu tüm artıklar köprüler vasıtası ile çevre dışına taşınmıştır.
Ayrıca çeşitli tanrılara adanmış bir çok tapınak inşa edilmiş. Eğitim
ve talim için alanlar ve bahçeler yaptırılmış. Bazıları erkekler ile bazıları
atlar için olmak üzere inşa edilen iki ada bölgenin üzerinde binicilik eğitimi
için bir stadyum genişliğinde bir alan ve adaları genişliğinin el verdiği
ölçüde biniş yerleri yapılmıştır. Ayrıca aralıklarla nöbetçiler için
n2nöbetçi kuleleri yapılmış, güvenilir olanlar ise Acropolis çevresindeki
bölgeleri korurlar. Bu koruyuculara genel mahal içinde yakın insanların kaldığı
bölgeden evler tahsis edildi. Rıhtımlar ise deniz askeri malzeme ile dolu
olur. Ve kullanıma hazır bulundurulurdu.
Saraydan çıkılınca ve üç kara parçası
geçirince denizin hemen önünden başlayan ve uzayıp giden bir duvarla karşılaşırlar.
Bu duvar her yere yaklaşık 50 feet uzaklığında her yeri kaplar. Sonu2u
kanalın ağzı ile birleşir ve denize uzanırdı. Geri8kalan ar7zi ise, yoğun
olarak oturanlar ile doluydu. Kanal ve liman tekneler ve ticari gemiler ile
doluydu. Bunlar değişik bölgeden gelen kalabalıktan yükselen sesle inleyen
her türlü gürültü ve patırtını gece ve gündüz olduğu bir yerdi.
Size şehri ve yöreyi , antik sarayları
neredeyse Solon’un sözleriyle aktardım. Şimd1de adanın geri kala kısmının
doğal durumunu ve işleyişini anlatayım. Tüm ülke onun dediği kadarıyla
çok yüksek bir uçurumun üzerinde denize doğru, ancak yerleşim bölgeleri
hemen etrafında düz ovalarda, bu ovalar denize doğru inen tepeler ile kaplı;
düz ve boyu eninden uzun bir görünüme sahip, bir yönde 3000 feet stapıa
uzunluğunda uzanmakta, merkezi kısım ise 2000 feet uzunluğunda uzanıyor.
Ada güneye bakıyor ve kuzeyinden korunaklı. Çevreleyen dağlar numaralarına.
büyüklüklerine ve güzelliklerine göre anılıyor. uzağında hala var olan
yerel halk köyleri var Ayrıca göller , nehirler her çeşit ağaç ve her türlü
bereket var
Şimdi size olayı tarif edeceğim. Burası doğa ile süslenmiş, çalışkan
bir sürü kral ve onları generasyonu ile büyük bir bölümü dikdörtgen şeklinde
ve boyu eninden fazla, dairesel bir hendek çevresinde yer alıyor. Bu hendeğin
eni, derinliği ve uzunluğu inanılmaz boyutta. Uzun bir süre çalışılmış
olmanın izlenimini yaratıyor. İlaveleri olmasına rağmen bir sahtecilik
havası vermiyor. 100 feet kadar derine kazılmış, genişliği ise her yerde
bir stadyum büyüklüğü kadar. Tüm ovayı çevreliyor ve 10.000 feet uzunluğunda.
Dağlardan gelen akarsuları içeriyor. Ovayı dönerek şehre ulaşıyor ve
sonunda deniz ile birleşiyor.
İç kısımlarda aynı şekilde 100
feet eninde kanallar ovayı bölerek hendekle buluşuyor. Ve denize ulaşıyor.
Bu kanallar 100 feet aralıklarla kurulu. Bunlarla ağaç ve kereste dağlardan
şehre ulaşıyor. Meyveler gemilerle taşınıyor. Çapraz geçitler kanalları
kesiyor ve şehre giriyor. Yılda iki kez yağmurların ve kışın armağanı
olarak mayva toplanıyor. Ve yazın kanallarda bulunun ve ırmaklarla sağlanan
su toprağı suluyor.
Nüfus oranı,her paylaşım bölgesi
bir lider bularak uygun bir askeri güç oluşturuyor. Bir paylaşım bölgesi
10 feet kare kadar. Tüm paylaşım bölgelerinin toplamı 60.000 kadar dağlarda
ve şehir dışında yaşayanlarda büyük kalabalıklar oluşturuyor. Bunlarda
paylaştırılmış. Her birine bir lider tahsis edilerek bölgelerinin ve köylerinin
yönetimi sağlanmış. Lider olası bir savaş için 6 savaş arabası, 10.000
kadar savaşçı, iki at sürücüleri ile birlikte, bir çift savaş arabası
atı sürücüsüz, bir at bakıcısı ki gerektiğinde savaşabilecek ve
yiyecek taşıyabilecek ve silahlı adamların ardından iki ata yön verecek
bir arabacı iki ağır silahlı asker, 2 sapancı,3 taş atıcı,3 mızrak atıcısı
hafif silahlı olacak ve 4 denizci 1200 tekneyi tamamlayabilen bulunuyor.
Bu anlatılan kraliyet şehrini askeri
gücü, diğer 9 paylaşım bölgesi ise bazı farklılıklar gösterse bile
onları saymak yorucu olabilir. Kendi bölgesindeki her kral kendi şehrine
sahip ve halkı üzerine mutlak güç sahibi, yaşama gücüne, istediğini
cezalandırma ve öldürme hakkına sahip. Aralarındaki rütbe farkına ve
ikili ilişkilere göre Poseıdon’un emirleri onlara yardımcı oluyor. Bunlar
ilk krallar tarafından orıchalcum sütunlara yazılmış ve adanın ortasına
yerleştirilmiş. Poseıdon’un tapınağında krallar nereye toplanırsa her 5
veya 6 yılda , her tek veya çift sayıya eşit onur veriliyor.
Ne zaman krallar bir araya gelseler
ortak çıkarlarını tartışırlardı. Eğer biri günah işlemişse soruşturuluyor,
yargıya havale edilir ve birbirlerine kefil olunurdu. Tapınakta dizilen iri
yarı adamlar olur. 10 kral tapınakta yalnız bırakılır, tanrıya dualar yapıldıktan
sonra, ona uygun kurban yakalanır, iri yarı adamlara teslim edilir. Onlara
silah verilmez ancak ancak tahta ve kement verilirdi. Kurbanını yakalayan avcı
sütunun tepesinde çıkar ve kutsal bir kanıt gibi boğazını kestiği kurbanın
kanını aşağıya akıtırdı.
Sütunda, yasaların dışında, söz
dinlemeyecek için yemin, yalvarma yazısı bulunurdu. Öldürmeden sonra buna
alışık olan avcı organlarını yakar. Bir çanak şarap doldurur., içine akıtılan
bir yudum kan tüm sütunlarda dolaşır ve içilir. Diğer suçlular daha sonra
ateşe atılırdı. Altın çanaktan içki içilir ve her şey ateşe itilaf
edilirdi. Sütunların yasasına göre yargılama yapılacağına yemin edilir.
Günah işlemiş olanlar cezalandırılır, kurallara karşı gelenler, onlara
emir verenler verilen emirlere uymayanlar, babaları Poseodon’un yasalara
uymayanların cezalandırılacağı bildirilir. Bu kendilerine ve torunlarına
önerdikleri ibadet şekliydi. Aynı zamanda içmek ve kupayı tanrılarına
adamak ve onun tapınağında içmek, ne zaman tatmin olur ve kurbanın yakıldığı
ateş sönerse herkes en güzel gök mavisi gök mavisi giysileri giyer. Yere
oturur, kurbanın ateşindeki köz üzerine yemin eder. Tapınaktaki ateşi söndürür.
Adalet alır ve verir. Eğer herhangi bir suçlama getirirse, kendi cümlelerini
gün yarısında altın tabletlere yazar ve cüppelerini anıt olarak adarlardır.
Tapınaklar hakkında kralları etkileyen birçok özel kanun vardır. Ancak aşağıdakiler
en önemlileridir. Hiç kimse birbirine silah çeviremez. Kraliyet evini yıkmak
veya ele geçirmek isteyen olursa herkes yardıma gelmeyi kabul eder. Tıpkı
kendi ataları gibi, savaş hakkında ortak karar alınır ve üstünlük
Atlas’ın soyuna verilir.
Kral kendi akrabaları üstünde yaşam
veya ölüm kararı verme gücüne sahip değildir. Çoğunluğun düşüncesine
saygı göstermek zorundadır. Tanrıların kayıp ada Atlantis üzerine koyduğu
katı güç daha sonra aşağıdaki geleneksel nedenlerden dolayı bizim
topraklarımıza da sıçramıştır.
Uzun yıllardır, uzun süredir ilahi
doğa sürekli onlardaydı. Yasalara itaat ettiler. Tanrılar karşısında
etkilendiler. Onları yarattı, doğruluğu sahiplendiler ve büyük ruhun yer yönüyle,
nezaketi bilgiyle birleştirerek hayatın çeşitli evrelerinde hep alış-veriş
halinde oldular. Erdem hariç her şeyi hor gördüler. Hayatlarının var olan
haline çok az şey kattılar. Altını ve diğer ganimeti az düşündüler. Bu
onlara bir yük gibi göründü. Lüksten sarhoş olmadılar. Zenginlik onların
kontrolünü yok edemedi. Aklı başında oldular. Gördüler ki bu ganimet
ancak hüner ve dostlukla artar. Oysa bu büyük riayet ve saygı, kayboldular
ve dostluk onlarla gitti.
Bu yansıma onlarda ilahi doğa ile
devam etti. Anlatmaya çalıştığımız kalite onlarla büyüdü ve gelişti.
Ne zaman ki kutsal paylaşım dolmaya başladı, ne zaman ki sulandı, ahlaksal
karışım ve insanın elini yukarıya dikmesi ki sonra kendi geleceğini çizemedi.
Yakışıksız davrandı. Gözle görünür şekilde alçaldı, değerli ve güzel
hediyeleri kaybetti. Gerçeği görmeyi beceremeyenler, her şanslı ve kuşanmış
göründüler. Oysa para hırsı ve doğru olmayan kuvvet ile doluydular.
Tanrıların tanrısı Zeus, kurallara göre yöneten böyle şeyleri görebilen , kavradı ki , onurlu koşu feci bir durumda ve onları cezalandırmak istedi. Böylece gelişe bilir ve temizlenebilirlerdi. Tüm tanrıları kutsal ikametinde topladı. Burası dünyanın merkezinde yer alır. Bütün yaratılanları içerir. Ne zaman ki herkes toplandı , o şöyle konuştu;
Diyalogların diğer kısımları kaybolmuş veya hiç bir zaman kaleme alınmamış olabilir. 2001-2002
your site. All rights reserved. Designed by ARZAWA
protohistorya@yahoo.it
![]() |